kurumuskirmiziyapraklar

Friday, July 21, 2006

Eskidendi çok eskiden...

Dün kendime sağlıklı yemekler hazırlarken birden şeytan geldi kondu omzumaaaa ve kaşla göz arasında 2 kaşık fındık ezmesi mideme iniverdiiii!Kokular ve tatlar geçmişe dair en net anılarımdır görüntülere nazaran...Küçükken - ve hala- en sevdiğim öğündü kahvaltılar... Hafta içleri anneannem ve dedemle edilen okula yetişme telaşı taşıyan atıştırmalara nispet yaparcasına pazarları annemle babamın katılımı ile inadına ağır inadına gevşek bir havada geçerdi kahvaltı saatleri.... Anneannemin sıcak sıcak sofraya koyduğu puf böreklerinin tırtıklı kenarlarını yerdim önce, ardından erimiş peyniri emerdim usul usul...Bazen süt yada portakal suyu yerine çay içmeme izin verilirdi ince belli kenarları altın haleli bardaklarla. Keçiliğim tutar 'Paşa çayı istemiyorum 'diye vızıklayarak yana yakıla üfleye üfleye yudumlardım teneke tomurcuk kutularından çıkarılıp porselen demliklerde demlenen çayı... Küçüklüğümde çay içmek bir ritüeldi...Babamın Rize'li olması bize paketlere sıkışmamış özenle elde toplanan çaylar içme şansı sağlardı...Yaz akşamları anneannemin gümüş semaverinde demlenen çayın kokusu hala burnumda- ne yazık ki o semaver şimdi kuzenimin evinde süs vazifesi görüyor, oysa hala beyaz örtülü sofralarda dost sohbetlerinin konuğu olmalıydı bence- İşte o dönemlerin vazgeçilmezlerinden biri de Fisko Birliğin Fındık Ezmeleri idi. Sobada maşanın üzerinde kızarmış ekmeğin üstüne ince bir kaymak tabakası ile birlikte sürüldüğünde mideniz ziyafet çekerdi damağınızla birlikte. Ne güzel günlerdi...Artık nedense hiç bir şey o keyfi vermiyor bana. Belki bir gün kendi çocuklarım olduğunda hissederim yeniden o mutluluğu...
Sezen dinleme vaktidir şimdi...

Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Kimse bize ihanet etmemiş
Biz kimseyi aldatmamışken
Hani biz kimseye küsmemiş
Hani hiç kimse ölmemişken
Eskidendi, çok eskiden

aş eriyorummm


Son iki saattir gözümün önünden Hershey's Kisses'ın bademli ve vişneli çikolataları gitmiyor. Allah beni islah etsin!

Thursday, July 20, 2006

rejim günleri

Rejim psikolojisine girsem bi türlü girmesem bi türlü... Rejimdeyim dediğimde 10 gün Somali halkının bir ferdi gibi açlık sınırında yaşıyor bu arada başta eşim olmak üzere rejim denilen meredi herkesin burnundan getiriyor kesmezse tüm yiyecek içecek vitrinlerine kötü kötü bakıyor hatta abartıp hepsini kokluyorum. Bu dönem, genellikle mutlu mesut 1.5 porsiyon iskender arkası kedi gibi mırıldana mırıldana Starbucks 'a gidip double expresso ile limonlu chesscake'i mideme indirmemle son buluyor. Menü değişiyor ama ben de çatlama hissi ile birlikte gelen mutluluk hep sabit. Yok eğer rejim psikolojisine girmezsem ilk günden yiyecek listeme ilavelere başlıyorum. 10 gün sonra gene İskenderci'deyim... Hani boşa koysam dolmaz doluya koysam almaz hesabı. Bu hafta içinde gittiğim diyetisyen bayan gayet makul bir liste verdi elime, 5 Ağustos'da kontrolüm var... İşte ilk günüm:

Sabah/06.30
2 bardak ılık su (Keten Tohumlu)

Sabah/07.00
1 Küçük Kase Nesfit and Fruits (2 fincan süt ile)
1 fincan kahve

Ara/10.00
1 Şeftali

Öğle/12.30
1 Küçük Doğal Hamburger Ekmeği
2 Karper Peynir
Maydonoz, domates, salatalık

Ara/15.00
200 gr yoğurt

Ara/17.00
3 adet keten tohumlu çubuk

Akşam/21.00
2 adet kepekli dürüm ekmeği
Domates, biber ve tavukla hazırlanmış bol baharatlı tantuni

Normalde gece 1 bardak süt yada 2 top dondurmadan oluşan bir öğün daha vardı ama ben saat 22.00'de film seyrederken uyuduğumdan onu yiyemedim. Böyle yazınca listeden çok da sapmamışım onu gördüm, iyi oldum .Diyetisyenim bu kiloları yaklaşık 1,5 senede vereceğimizi söyledi sen misin öyle diyen benim beynim otomatik olarak 548'den geri saymaya başladı. Tabii bu oldukça sinir bozucu bişi vazgeçmenin bi yolunu bulmalıyım.

547. gün gazisi olarak bu sabah az peynirli tek yumurtalı bir omlet ile 2 dilim kepek ekmeği yedim şekersiz çayımla. Birazdan üç kayısı beş kirazdan oluşan meyve menümü yiyeceğim.


Farkettiğiniz üzere bu yazı sadece yemekten ve yiyememekten bahsediyor... Bari ortamı bozmayayım gidip bir diyet sebze yemeği arayıp durumumu koruyayım. Malum stabilite önemlidir değil mi?

Wednesday, July 19, 2006

kaçamak

Bilindiği üzere semirikliğim tavana vurduğundan sallana sallana dolaşır haldeyim bi de iş, depresif ruhum üstüme binince zavallı bedenim isyan bayrağı çekti sonunda...Ben de inadımı kırıp doktor turlarıma başladım. Endokronoji uzmanı ile başlayan maceram dahiliye ile dün devam etti. ''Yaaaa girmez benim o damarıma iğne'' dememe aldırmayan çok duyarlı hemşire hanım sağ ve sol kolumda toplam 5 delik ile kan almayı başaramayınca gene elimin üstünü hedef seçti. Dinlese beni ölür sanki! Neyse sıra ultrasona geldi ve bilin bakalım ne olduuuu. Böbreğimi kaybettiler!!!Görünmüyormuş haspammm. Daha önce var mıydı dediler....Beni aldı bi gülmeee. Blog kızlarıyla buluşmadığıma ve Guns'N Roses Konserinde de pembe tişörtlü bir çocuk grubu ile yanyana olduğumuza göre böbreğimi çalacak kimse yoktu. Bir ara şeytan aldı götürdüüü diye dolanmadım değil... Ardından baktılar olacak gibi değil ilaçlı böbrek filmi çektilerr. Ve ve veee benim uyuz böbrekkkk, yerli yerinde keyifle uyukluyor çıktı. Sadece gaz bulutu arasında kaybolmuş. Minik bir şokun ardından, benim bünyem bu gün işi kaldırmaz deyip fabrikası bakımda olan eşimi de kandırıp kaçamak yapayım dedim. Demez olaydımmm!Zaten ne zaman işten kaçsam mutlaka bir şey olur...Ya buzluk bozulur ben bir yandan tamirci beklerken bir yandan dolap temizlerim ya elektrikler kesilir asansörde mahsur kalırım, kazara evden çıkmayı başarsam otobüs bozulur otoban kenarında koştura koştura heba olurum...Kısacası bana yaramaz keyif yapma hevesi... Ne yapalım diye düşünürken Bostancı'da meydanda midye dolma bira kürü yapalım dedik-daha sonra bahsedeceğim üzere bu hafta sonu itibari ile diyet insanı olacağımdan son günlerimi yaşıyorum- nasıl oldu bilmiyorum pirinç tanelerinden biri boğazıma yapıştı ve başladım öksürmeye, öksürmek yetmedi kendimi tuvalete zor attım. Aç kalmak, boğulma tehlikesi atlatmak kesmedi, eşim ''Hadi seni Kanyon'a götüreyim güzelmiş diye yazıyor Hıncal köşesinde hem orada Konyalı varmış nostalji yaparız ''dedi. Kanyon, yorucu olacak kadar büyük ve karışıkkk. Örneğin tuvalet bulmak için üç kat aşağı inmeniz gerekiyor. Sadece bir mağazaya bayıldım onda da üzerinde çiçekler olan bir ameliyat çekicine 65 lira vermeye kalkışınca eşim beni sürükleyerek dışarı çıkardı. Kısa bir turdan sonra eşim, yıllardır ''Konyalı kapandıııı ama ben çok severdim onun yemeklerini'' diye diye yanıp yakıldığı için diğer yerleri geçip direkt oraya girdik. 19 milyoncuk olan zeytinyağlı tabağında iki çatal taze fasülye, yarım minik domates ve biber dolması, şeffaf denilecek kalınlıkta bir dilim patlıcan dolması , 1 yaprak sarması ile küçük parmağım kadar kabak kalye gelince zaten ben de yiyecek hal kalmadı. Evet herşey lezzetli idi ama fiyat olarak abartmışlar, tabakları da o kadar büyük tutmuşlar ki yiyecekler içinde kaybolmuş, bu da insanın sinirini bozuyor tabii.. Hele benim gibi işlenmiş su içmeyen biri iseniz su bile içemiyorsunuz. Kısacası eğer çok param var, kasıntı bir mekanda Osmanlı Mutfağı'ndan az miktarda çeşidi eser miktarda tatmak istiyorum diyorsanız Konyalı iyi bir yer ama yok bunlar bana göre değil diyorsanız eşim gibi hayalkırıklığına uğramış, dudaklarınız büzülmüş, cüzdanınız da epey boşalmış halde çıkıyorsunuz buradan. Kanyon ile söylenecek iki şey daha var, biri gerçekten içeri girdiğiniz ilk andan itibaren ihtişamı ve mimarisi ile dikkat çekiyor zaten bizce bunlardan başka birşeyi de yok. İkincisi, her yerde ölü noktalar var ve deli gibi rüzgar esiyor, günlük güneşlik bir Temmuz gününde bile üstümüzde hırkalarla üşüdük diyim siz anlayın. Kışın ne yapacaklar da ısıtacaklar burayı merak ediyorum , olmadı kayak yaparlar sanırım...
Yazının özeti: İşten kaçmak vicdan sızlatıcı, yorucu ve pahalı birşeydir. Mümkünse benim gibi kutup ayıları böyle şeylere kalkışmamalıdır.

Saturday, July 15, 2006

dolls

Dolls, Takeshi Kitano'nun görsel bir şölene dönüştürdüğü izlediğim en güzel aşk filmlerinden biri bence... Yaşanılan, yaşanılacak tüm aşklarını sorgular insan ister istemez seyrederken... İnce ayrıntılar vardır her karede, insanın nefesi kesilir. Sadece gözünüzün gördüğü yetmezmiş gibi bir de kulaklarınız Joe Hisasishi'nin müzikleri ile dolar daha açılışta...Sakura yani Kiraz Çiçekleri... Japonya'da yaşayan bir arkadaşım anlatmıştı Mart sonu Nisan başı açan kiraz çiçekleri için düzenlenen festivalleri... Neyse gene daldan dala atladım... Aslında konumuz bambaşka: eBAY'da geçen hafta bir kitap buldum tesadüfen, minicik ama hertürlü ayrıntısı olan bebeklerin yapımını anlatıyor. Bittim ve ben bunları yapacağım diye tutturdum. Zavallı Pisicik de bu durumdan nasibini aldı elbette... İlk önce ürünlerin Türkiye'ye gönderilmediğini öğrendik. Tabii bu beni durdurdu mu durdurmadı... İnternetten indirdiğim tüm sayfaları büyütüp evin duruma göre misafir duruma göre çalışma duruma göreyse okuma odası şeklini alan şimdi de elişi odası formuna dönen mutfağın yanındaki minicik odasının duvarlarına astım... Mutfak diye özellikle belirttim zira tüm bu ıcıcık cıcık işlerle uğraşmam gece üç sıralarında olduğu için acıkan bendeniz kahve-çikolata, çay- portakallı kek, süt- çikolatalı gofret gibi makul atıştırmalıklarla yetinmediğimden kıymalı makarna, puf böreği, ballı- muzlu krep gibi zararsız(!) yiyeceklerle önce kendimi doyurup sonra çalışmaya başlıyorum!!!Sıra malzeme bulmaya geldiiii. Gözümü kumaşçılara diktim artık nerede bulursam gidip parça parça alacağım... Alta fotograf koydum ki ne şirin birşey olduklarını görebilesiniz. Bi de lütfen o aklınızdaki 'Bu kıza iyice uçmuş 'düşüncesini atın lütfen... Ne münasebet !!!

Friday, July 14, 2006

fincandaki bol telve

Bu Sahra Çölü kadar geniş cüsseme bile dar geliyorsun ya ruhum, ne diyeyim ben sana!!!!

Tuesday, July 04, 2006

Uyuz Böcükler Familyası


Ben tek çocuğum... Şımarık ve bencil olma savlarına karşı daha sonra kendimi savunurum zira bu günün konusu benim uyuz böcükler familyası olarak adlandırdığımın aile fertlerimin bir kısmı ile ilgili... Hani bazı insanlar vardır ne yaparsan yap memnun olmazlar, hep eleştirecek birşeyleri vardır, mutsuzdurlar ve başkalarını da mutsuz etmek isterler. Neyse...Hikaye iki kat altımda oturan kuzenim, oğlunun sünnetini 1. ....Sülalesi Sünnet Şenlikleri formunda yapmaya karar vermesi ile başladı. Cuma günü hastahanede kesim töreni ile açılan şenlikler, bu hafta sonra yaylada yapılacak mevlüt ve kuzu çevirme organizasyonları ile devam edip, ondan sonraki hafta sonu İstanbul'da yapılacak yemek ile sona erececek. Kişisel fikrim abarttığı yolunda ama isteği bu olduğu için sesim çıkmadan yardımcı oluyorum yada oluyordum diyeyim... Geçen hafta perşembe İMES ile Tuzla arası 3 kez hacı gibi dolandıktan sonra yorgunluktan ve sıcaktan bitik halde akşamüstü kendimi kuzenimin isteği üzerine Maltepe Carrefour'a attım. Barancık ve 5 küçük ninjanın üstüme atlaması ile buraya çağrılmamın nedeni anlaşıldı. Apatosaur, brachiosaur, apatosaur, trex, archaepteryx ile tanıtım turumuza başladık. İsimlerden de anlayacağınız üzere Carrefour'a bir dinozor parkı açmışlar ve ben yani Jurassic Park manyağı dinozor sever abla da tur rehberi olarak görevlendirilmişim istem dışı. Günümün geri kalan kısmı Rafael olduğunu sanan bıdığa triceratop'un boynuzlarına asılmaması için yalvarmakla, Baran'a da stegosaur'un kuyruk dikenlerini kemirmemesi gerektiğini anlatmakla geçti. Yetmedi tabiiiii onlar giderken kuzenim yarın için çikolatalı 20 kişilik pasta sipariş etti. Amaaa diye başlayan cümlemi bitirmeme izin vermeden de gitti. Kendimi market kısmına sürüklerken tüm karışık zamanların kokusunu alan telefonum ciyak ciyak bağırmaya başladı. Daha önce iki kez yoğunum deyip- gerçekten yoğun ve yorgundum- kabul etmediğim görüncem akşam kayınvalidemlerle birlikte gelmek istediklerini söylediğinde artık reddedemedim. Bir an sabahtan beri ayaklarımı vurup beni deli eden ayakkabılarımı çıkarıp üstlerinde tepinmek aklımdan geçtiyse de sakinleşip alışverişe devam ettim. Bu arada small boya bile küçük gelen ellerim için neden large bulaşık eldiveni aldığımı, o karmaşanın arasında 20 kiloluk bir çamaşır dejerjanınıne yapacağımı ben de çözemedim sormayın!!!Tam kasalara yönelmiş çantamda kartlarımı aramaya başlamıştım ki aklıma kartların olduğu cüzdanı evde bıraktığım geldi, son bir ümitle para cüzdanıma baktım ama orada da bozukluklardan başka birşey yoktu...Tabi beni bu durumdan kurtarmak Süpermannnn Kocamcıkıma düştü... Ama gelmesi bir saat kadar zaman alınca peynir reyonlarının oradaki dolapların kenarına dayanıp, soğuk havayı derin derin içime çekmeye başladım. Sonunda eve vardık. O duş alırken ben yeni temizlikçimizin kendine göre dekore ettiği evi toplamaya giriştim. Ardından yiyecek birşeyler hazırladım.Gecenin geri kalanı hakkında hatırladığım tek şey 03.00 sularında çikolataya bulanmış halde kendimi banyoya atışım ve ardından yatağa sürünüşümdü. Daha uyuduğumdan bir şey anlamadan saat çaldı. Koyu bir fincan kahve ile ayılır gibi yaptıktan sonra herkesçe sevdiğim çok malum olan işime gittim. Ama ofiste oturmaya ancak saat 14.00'e kadar dayanabildiğimden tersaneye gideyim bari dedim. Ayy demez olaydım. Raspa tozlarının her tarafıma yapıştığı yetmezmiş gibi bir de boya rulolarından biri üstüme düştü. En sonunda sakin ol sakin ol diye kendimi avutmalarım da işe yaramayınca bari eve gideyim dedim. Eve çıkmadan önce Barancıkı bir sorayım diye uğradım. Her zamanki gibi boya küpüne düşmüş gibi duran yengem kapıyı açtı. Ama öyle bir duruyor ki sanki içeri girme der gibi, ben en iyisi bir duş alayım öyle geleyim dedim. Cevaba ben bile inanamadım: ''İyi olur!!!!!'' Oldu güzelimmm. Ben gecenin üçünde senin kızın yoprulmasın dye pasta yapayım yorgunluktan ölmüş haldeyken sen beni eve sokma!!!Hadi dedim sinirlenme, gittim duş aldım, indim aşağı... Annemle öpüştük koklaştık... Yine laf sokuşturmalar...Yok hiç gelmiyormuşum- gelmem tabi laf sokuşturulmak için harcayacak 1 günüm yok benim- yok hiç kimse ile ilgilenmiyormuşum, yok kendimi çok salmışım, yok çocuk yapmayı düşünmüyormuymuşum.... Dıdı dıdı dıdııı. Bana söylenenleri kulak ardı ettim sonra sıra anneme geldi...Dıdı dıdı dıdı...Kendime söylenenleri iyi kötü kaldırıyorum da anneme söylenenleri hazmedemiyorum... En son komşulardan biri ortamı yumuşatmak ve konuyu değiştirmek için dayımla annemi işaret ederek ''Siz kardeşsiniz değil mi, ne çok benziyorsunuz'' deme gafletinde bulundu... O an ip koptu... Ağzımdan ''Aman Allah huylarını benzetmesin'' çıktı... Ortalık buz gibi tabi. Sonra yine çenem durmadı elbette ''Ah dedim ne becerikli kızım klimadan daha fazla serinlik hissi veriyorum '' Sonra da annemi alıp evime çıktım... Uyuz Böcükler Familyası ne olacak!!!!Ay bak benim sinirlerim yine gerildi, gidip kendime bir çay yapayım sonra geri kalanını yazarım....